Çoğu kişinin hayatı her gün aynı rutinde uyanmak, hazırlanmak, işe gitmek, aynı öğle yemeğini yemek, toplantılara katılmak, işten çıkmak, eve gitmek, akşam yemeği yemek, biraz televizyon izlemek ve uyumaktan oluşur. Tüm bu sıradan aktiviteleri yaparken tıpkı bir kutunun içindeymiş gibi hissederiz. Bu kutu günlük yaşamımızın sınırlarını belirler ve çoğu zaman bu monotonluktan bunaldığımızda kutunun dışındaki muhteşem ve sınırsız eğlence dolu hayata gıptayla bakarız.
Hayal ettiğimiz şeylerin çoğu bu kutunun dışında olduğu için günlük hayatımızın sıkıcılığını giderecek yeni şeyler aramaya başlarız. Örneğin yeni bir telefon veya daha fazlası. İş arkadaşınızın kullandığını gördüğünüz bir araba belki. İşte bu yeni eşya artık sizin için bir arzu nesnesi haline gelir. Ona sahip olunca otomatik olarak daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. Böylece kredi kartına abanırsınız ya da ihtiyaç kredisi çekersiniz. Borcunuz vardır ama önemli değil ki! Nasıl olsa işiniz var çalışır ödersiniz. Böylece o son model telefonu ya da arabayı alır ve büyük bir heyecanla kullanmaya başlarsınız. Birkaç hafta geçer, ardından birkaç ay. Farkedersiniz ki artık o ilk günkü heyecanınızdan eser kalmamış. O eşya da tıpkı sahip olduğunuz diğer şeyler gibi artık günlük hayatınızın bir parçasıdır. Kutunun içine girmiştir yani. Böylece başka bir arzu nesnesi aramaya başlarsınız. Bu böyle sürüp gider…
Benzer bir düşünce seyahat için de geçerli. Standart bir mesai günü.. Ve yapılması gereken rutin işlerinizi yapıyorsunuz. Mailleri kontrol ediyorsunuz, sonu gelmeyen toplantılardan bunalmışsınız. Ve tam bir toplantının tam ortasında hayallere dalıyorsunuz. Şu anda nerede olmak isterdiniz? Tayland’ın güzel plajları, Paris’in ışıklı sokakları veya Norveç’in kuzey ışıkları… Bir anda tüm dünya oyun alanınız haline geliyor. Keşfedilmemiş tüm bu yerlerin macera, hayranlık ve en nihayetinde mutluluk vereceğini düşünüyorsunuz. Çoğumuz günlük hayatın monotonluğundan kaçmak için seyahate yöneliriz. Sabah servise binerken ya da toplu taşımada çevremize bakar ve daha heyecan verici yerlerde olmayı hayal ederiz. Günlük hayatınızın içinde bulunduğu kutuyu yırtıp dışarı çıkmak isteriz. Bunun da en iyi yolu seyahat değil mi? Hiç bilmediğiniz, görmediğiniz uzak bir tatil cenneti?
Böylece biraz para biriktirirsiniz(ya da yine kredi kartına abanırsınız, çünkü neden olmasın?), işten izin alırsınız ve dünyanın uzak bir köşesine doğru yolculuk edersiniz. Tatilde geçireceğiniz o bir haftada gittiğiniz yerin kültürünü, egzotik yemeklerini, tüm tarihi ve turistik yerlerini deneyimlemeyi hayal edersiniz. Fakat burada bir sorun var. Tatil yalnızca 1 hafta süreceği için burada geçirdiğiniz deneyimleri maksimize etmeye uğraşacaksınız. Oradan oraya koşturarak kendinizi tüm tarihi ve turistik noktalara “tik” atmaya çalışırken bulacaksınız. Şimdi siz günlük hayatın stresini atmış mı oldunuz? Tatilin ardından yorgun argın eve döndüğünüzde sizi bekleyen yığılmış işler ve yüklü bir kredi kartı ekstresi karşılayacak. Bir sonraki seyahatinize 300 gün var ve sabah servise binerken hiç de mutlu hissetmiyorsunuz değil mi?
İşte bu anlar modern kölelikten ve fare yarışından çıkmanın hayalini kurmaya en yakın olduğunuz zamanlardır. Seyahatin sadece bir dopamin takviyesi olduğunu ve amacınızın sadece sosyal medyada alacağınız beğeniler olduğunun farkına vardığınızda ilk aydınlanmayı yaşayacaksınız. Bir haftada gideceğiniz kültürü derinlemesine keşfedemeyeceğinizi ve daha fazlası için maddi gücünüzün yetmediğini anladığınızda ise ikinciyi. Peki bu dilemmanın çözümü ne? Onu da bir sonraki bölümde tartışalım.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bay Tutumlu
İlk yorum yapan siz olun